16 Ağustos 2014 Cumartesi

GÖZE GÖZ DİŞE DİŞ

Bazen çok kullandığımız bu sözün nerden geldiğini bilir miyiz? Cevap evet olabilir... Hammurabi kanunlarından gelmekte bu ünlü söz... Kısasa kısas yönteminin uygulandığı ünlü yasalar..
Hammurabi, Babil hanedanlığının 6. kralı.. Başa geçtikten sonra Sümer ve Akadları da kendisine bağlayıp Babil'in imparatorluk olmasını sağlamış.. Yani aslında Babil imparatorluğunun ilk kralı kendisi.  Ülkeyi M.Ö. 1793-1750 yılları arasında yönetmiş. Ülke M.Ö.1770 yılı civarında mezopotamya topraklarında, Fırat ve Dicle nehirleri arasında, kuzeyde Ninova'ya kadar uzanmış..
Hammurabi kanunları tarihin yazıya geçirilen ilk kanunlarından.. Kral Hammurabi, kendisine bu kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiş, bu yüzden de kanunlar kralın sözü değil 'Tanrı'nın Sözü' olarak kabul edilmiş. 2 metre yükseklikte bir taşa çivi yazısıyla Akadça yazılan kanunlar, Babil'in koruyucu Tanrısı Marduk adına yapılan Esagile tapınağına dikilmiş. Kanunlar toplam 282 maddeden oluşmakta ama 30 maddesi (66-99) okunamıyor. 13 sayısı uğursuz sayıldığı için de 13. maddesi yok... Osmanlı Devletinin son dönemlerinde 1901 yılında kanunlar Fransa Louvre müzesine kaldırılmış..
Hukuk devleti anlayışının ilk defa tarihe geçirilmesine vesile olan bu kanunlar, çok sert olmasına karşın toplumun tüm kesimlerinin haklarını teminat altına almasıyla insan hakları açısından çok önemli bir adım olarak görülmekte...
Bu yasalara göre ülke 3 ana sınıfa ayrılmış;
1-avilum (üstün, asil insan)
2- meşkenum (orta sıradan insan)
3- vardum (köle)
Yaralama olaylarında şiddet avilum’a yönelikse suçlu daha sert bir biçimde, meşkenum’a yönelikse normal, vardum’a yönelikse çok hafif olarak cezalandırılırmış. Suçu işleyen avilum ise daha çok ağır tazminat cezalarına çarptırılır, meşkenum ve vardum ise idam, hapis veya ağır dayak cezalarına maruz kalır imiş..
Kral Hammurabi ülkesinin sistemleşmesi için çok uğraşmış. Hakimiyetindeki toprakları merkezi sistem ile yönetmiş. Belediye sistemi ilk onun zamanında kurulmuş ülkesinde. Belediye reisi, merkezi sistem ile kral tarafından atanıyormuş. Şehirler mahalle, sokak, ev numarası olarak ayrılmış; böylece ilk kez kurulan posta teşkilatı ile yazışmalar doğru adrese gidebiliyormuş.. İrandan getirdiği polis teşkilatı da onun döneminde uygulamaya konulmuş.. Kurduğu sistemin günümüze benzerliği sizin de dikkatinizi çekmiştir zannediyorum..
Hammurabi kanunların yanı sıra mimariye de çok önem vermiş. Onun döneminde ülkede çok önemli mimari yapılar inşa edilmiş; ki Babil Kulesi ve Babilin Asma Bahçeleri günümüzde bu durumun bilinen örnekleri...
Hammurabi ayrıca erkeklerin varis olabileceği mutlak monarşinin de mimarı..
Kral Hammurabi ile ilgili bilgiler genel olarak bu şekilde. Hammurabi kanunlarının bazıları ise şöyle;
-Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.
-Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa, kendisi de aynı ateşe atılır.
-Adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
-Bir adam bir kadın alır da bu kadın ona bir kadın hizmetçi verirse ve çocuklarına bakarsa; ancak, buna rağmen adam başka bir kadın almak isterse ona izin verilmez; bu adam ikinci bir kadın alamaz.
-Bir adam bir çocuğu evlatlık alır ve oğlu olarak ona ismini verirse ve onu besleyip büyütürse, büyümüş bu çocuk bir daha geri istenemez.
-Bir adam başka bir kişinin özgürlüğünü kısıtlayacak hareket ederse aynı ceza ona verilir.
-Bir kişi hırsızlık yapsa eli kesilir , tecavüz etse ölüm cezası ya da erkeklikten men edilir.
-Babasını döven evladın iki eli kesilir.
-Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılır
-Birisini suçlayan ispata mecburdur.İspat edemezse ölüm cezasına çarptırılır.
-Bir tapınakta veya hükümdar hazinesinde hırsızlık yapan ölümle cezalandırılır.
Selametle..

31 Temmuz 2014 Perşembe

İSRAİLOĞULLARI

Gazze yanıyor.. Bizlerinse yürekleri... yüreklerimiz yanarken bir taraftan da günbegün israilden nefret ediyoruz.. Derler ki; bir kimseyi ne kadar tanırsan, tanıman ölçüsünde sevgin veya nefretin o derece büyük olur... içimizde günden güne büyüyen israil nefretini daha iyi anlayabilmek adına biraz israil araştırması yaptım..


MÖ 2000 civarında sümer-akad döneminde yaşayan Hz. İbrahim'in 2 oğlu vardır biliriz; Hz. İsmail ve Hz. İshak.. Hz. İbrahim iki oğlunu da farklı yerlere yerleştirir Allah'ın emri ile; Hz. İsmail Mekkeye Hz. İshak ise şu anki Filistin topraklarına.. Hepimizin malumu Hz. İsmail'in soyundan Efendimiz (sav) gelir.. Hz. İshak'ın oğlu ise Hz. Yakup... Kuran-ı Kerim'de esasen Yakup kelimesi yerine İsrail kelimesinin geçtiği anlatılıyor kaynaklarda.. Yakupoğulları olarak bilinen kavim aslında İsrailoğulları.. yani israil olarak günümüzde devam etmekte olan kavim, Hz. Yakup'un 12 oğlunun soyundan devam eden insanlar..
Bildiğimiz Hz. Yusuf kıssasının sonunda Hz. Yakup ve oğulları Ken'an diyarından (bildiğimiz Filistin bölgesi)  mısıra göç ederler ve burada yaşamaya başlarlar. Mısır'da İsrailoğulları uzunca bir süre iyi şartlarda yaşarlar ancak zamanla bu durum değişir. Hz. Musa'nın geleceği dönemleri de hatırlarsak İsrailoğulları Mısırda piramit yapımında kullanılan, köleleştirilen, kız alınıp verilmeyen, tecrit edilmiş bir kavme dönüşür. Zamanın Firavunu İsrailoğulları arasından bir peygamber geleceğini bildiği için ya da başka bir rivayete göre İsrailoğullarını daha da köşeye sıkıştırmak amaçlı yeni doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emreder.. Ki bu emir sonucunda kaynaklara göre yaklaşık 75 bin erkek çocuğun katledildiği belirtilmektedir... sonuç itibariyle bildiğimiz Hz. Musa kıssası gerçekleşir ve İsrailoğulları mısırdan kaçarlar.. Sonrasında gene bildiğimiz üzre İsrailoğulları Hz. Musa ve Hz. Harun'a yüz çevirirler.. (ki sonrasında bunun için tevbe edip geri dönenlere tevbe etmek manasına gelen 'yahud' denilmiş. 'Yahudi' kelimesi de ilk böyle türemiş.)
İbrahim, İshak, Yakub; Yusuf, Musa, Harun, Yuşa, Davud, Süleyman, Eyyub, Zekerya, Yahya, İsa... ismi geçen peygamberler İsrailoğullarına gönderilmiş peygamberler... İsrailoğulları özellikle Hz. Davud ve onun oğlu Hz. Süleyman döneminde zengin ve refah bir devlet olarak yaşamışlar ancak Hz. Süleyman ölümünden sonra ortaya çıkan "fetret dönemi"; Asur, Babil, Pers ve Roma esaretiyle devam etmiş. Hak yoldan saparak, kendilerine gönderilen Peygamberi öldürecek kadar sapkın bir millet haline gelmişler malesef.İsrailoğulları kendilerine gönderilen nimetlereher zaman yüz çevirmiş bir millet olarak geçiyor. peygamberlerinin kıssalarına baktığımızda bunu açık olarak görüyoruz. En çok dikkati çeken ise refah düzeyin arttığı zamanlarda dine bağlanmaları, yoksulluğun göründüğü zamanlarda ise hemen yüz çevirmeleri.. Herkesin bildiği 'Lanetli kavim' sözü de burdan geliyor. Lakin kendi inançlarında ise bu tam tersi Tevrat'ta övülmüş ayrıcalıklı kavim olarak gösterildiklerine inanıyorlar.
 Kavimlerine gönderilen en son peygamber ise Hz İsa..
Roma dönemine kadar birlikte yaşayan İsrailoğulları, sonrasında Roma içerisinde karışıklık çıkarmak veya o zamanlar gösterilen herhangi gerekçeler ile dönemin Roma imparatorunca yaşadıkları yerden göç etmeye zorlanırlar ve Dünyanın, birbirleri ile iletişim kuramayacakları, çeşitli yerlerine yerleştirilirler. İşte dönemimizde İspanya, Polonya, Almanya, Kuzey Afrika vs yerlerde karşımıza çıkan yahudilerin temelleri de bu göçün sonuçlarıdır...
Bu durum 19. yy a kadar böyle devam ettikten sonra Avrupada ve Rusyada artan milliyetçilik düşünceleri ile yahudilere karşı baskı uygulanmaya başlanır. Bunun sonucunda da kaçınılmaz bir Yahudi devleti fikri doğar. Organize şekilde yürütmeye sokulan bu fikrin başında ise Avusturyalı Theodor Herzl vardır.. Arkalarında ise İngiltere...


Öncelikle devletin kurulacağı topraklara karar verilmelidir.. 'Vadedilmiş topraklar' üzerinde karar kılınır elbette ve doğruca dönemin Osmanlı Padişahı Sultan Abdülhamid'e gidilir. Herzl sultana giderken eli doludur elbette, bir takım vaadlerle gider;

1. Yahudiler, Osmanlılara bir harp üssü inşa edecekler.
2. Osmanlı Devletine büyük mali yardımda bulunacaklar.(ki bunu Osmanlı nın tüm dış borçlarını ödemek olarak sunarlar)
3. Sultanın siyasetini Avrupa´da destekleyecekler.
4. Filistin´de kuracakları büyük üniversitede aynı zamanda Türk öğrencileri de okuyacak. Tahsil için Avrupa´ya gitmeye lüzum kalmayacak.
Sultan Abdülhamit hanın cevabı ise tarihe mal olacak cinstendir; "Eğer Mr. Herzl, senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu Devleti kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne´de şehid düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Türk Devleti bana ait değildir. Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem."
Sonrasında elbette yahudiler başka yollara başvururlar. 2. meşrutiyetin ilanından sonra yahudi bakanlarca destekelenerek çıkarılan bir yasaya dayanarak Filistinde mülk satın almaya başlarlar, ki buna Sultan Abdülhamit'in şahsına ait topraklar da dahildir.
1. Dünya Savaşı ise yahudilerin işini iyiden iyiye kolaylaştırır. Orta doğuda kendine müttefik isteyen İngiltere ve Fransa aralarında gizli bir anlaşma yaparak Yahudi devletinin kuruluşuna çabalarlar. İngiltere Filistini işgal eder ve Avrupadan Yahudi göçüne destek verir. 1917 yılında Balfour deklerasyonu olarak tarihe geçen bir bildiri yayınlar İngiltere. Buna göre; Filistin'de bir yahudi devleti kurulacaktır ve yahudi olmayan kişilere de saygılı(!) davranılacaktır.. Lakin Filistin topraklarında yahudi sayısı henüz 6 bin civarındadır ve bu sayı devlet kurmak için henüz yeterli değildir. Bu tarihten itibaren İngiltere yahudi nüfüsunun artması için özel çaba harcar ama 1930 lara geldiğimizde sayı ancak 60 bine ulaşabilmiştir. Avrupada bulunan zengin yahudiler taşra sayılabilecek ortadoğuya göç etmeye pek de sıcak bakmamaktadırlar.
göç için bir itici güç gerekiyordur...
Ve 2. dünya savaşı patlak verir.. Hitler Almanyasının yahudilere karşı uyguladığı soykırım ile akın akın Filistine göç etmeye başlarlar. Bu sırada 1920 lerden itibaren İngiliz mandasındaki Filistin topraklarında Araplar ile yahudiler arasında çatışmalar devam etmektedir. 1939 yılında Arap direnci İngilizler tarafından bastırılır. Gene bu dönemde ingilizler yahudi göçünü yasaklayıp, Filistinin 2'ye ayrılmasından vaz geçerek yönetimi tekrar araplara verme eğilimine geçerler( ki bunun nedenini ben de anlayamadım) ama elbette yahudilerin bu fikirden vazgeçmesi kolay olmayacaktır...
2. Dünya Savaşının sona ermesi ile 1947'de İngiltere arkasına Amerikayı da alarak meseleyi Birleşmiş Milletlere götürür. BM bölgenin Filistin ve yahudiler arasında 2 ye ayrılmasına ve Kudüs'te bağımsız bir bölge kurulmasına karar verir. Bu kararın akabinde yeni kurulan devleti koruma,pekiştirme ve topraklarını genişletme zihniyeti ile yahudi kuvvetleri filistine saldırır  ve Deir Yasir köyünde çoluk çocuk demeden katliam yapar, diğer ifade ile Arap nüfusunu azaltmaya çalışır.
1948 yılında BM nin resmen filistin topraklarından çekilmesinin ertesi günü 'Danışıklı dövüş' ün son sahnesi olarak İsrail Devleti resmen kurulur. Başkanı ise; David Ben Gurion'dur. Aynı gün Amerika ve Rusya tarafından tanınır bu devlet...


Ardından; Mısır, Ürdün,Suriye ve Lübnandan gelen arap ordusu israile girer. savaş israil lehinedir..
İsrail in ilanı ile başlayan Arap-İsrail savaşları; 1948 Arap-İsrail savaşı, Süveyş Krizi, Altı gün savaşı, yom kippur savaşı, lübnan işgali ve 2006da İsrail ile Lübnan arasında patlak veren kriz...
İsrail 1948' kurulduktan hemen sonra Kudüs'ü başkenti olarak ilan etmiş. Bunu Arapların kabul etmesi kolay olmamış elbette.. 1980'e kadar Kudüs için iki taraf arasında savaş devam etmiş ve en son1980de İsrail Kudüs'ün tamamını ele geçirerek İsrail devletinin başkenti olarak kesin şekilde ilan etmiş...
Burada parantez açmak istediğim bir mevzu var. Sultan Abdülhamit dönemine geri dönersek; bu dönemde Rusya çok güçlüdür ve pek hayır deme şansımız yoktur kendilerine.. Rusya bir gün padişaha gelir ve Kudüs'te bir Ortodoks kilisesi açmak istediğini söyler. Sultan Abdülhamit olur vermek zorunda kalır tabi.. Ama bunun akabinde Ermenilere Kudüste bir Gregoryan kilisesi açmaları için haber uçurur.. Aynı şekilde Almanlara Protestan kilisesi ve Fransızlara da bir Katolik kilisesi... Abdülhamit han bu hareketiyle Kudüs'ün Rus tekeline geçmesini engellemeyi amaçlar ve bu durum günümüze nasıl yansır dersiniz? Tüm dünyanın şu anda İsrail'in her yaptığına peki demesi lakin başkenti olarak Kudüsü kabul etmemesi ile... :)
Tarihi genel olarak böyle İsrailin..
Esasında burada dikkat çekmek istediğim konu 2. Dünya savaşındaki soykırım meselesi.. 1930lara gelindiğinde göç etmesi istenen ama bir türlü ikna edilemeyen yahudiler soykırım olması sözüyle bir anda Filistine göç etmeye başlamışlardır. Dünya kamuoyu ise soykırıma uğrayan zavallı yahudilere her zaman acımıştır. İsrail bu soykırımı öyle kullanmıştır ki, dünyaya olan genel tavırları her zaman 'Yahudilere soykırım uygulandı. Bu bir kere oldu ve bir daha asla olmamalı' olmuştur. Lakin o döneme baktığımızda aslında savaş devam ederken soykırım olduğunu gören bilen yoktur, zira soykırım sözü savaş sonunda galip müttefiklerce kurulan Nürnberg Mahkemesinde ortaya atılmıştır. savaş sırasında tüm dünyayı saran lakin kimsenin görmediği soykırım dedikodusu tüm dünyaya ilan edilmiştir.
mahkeme sırasında konuşan tanıkların bahsettikleri yerlerde daha sonra bakıldığında gaz odaları bulunmadığı, tanık olarak getirilen kişilerin anlattıkları ile sonradan ortaya çıkarılar belgelerin uyuşmadığı okuduğum yazılar arasında mevcut. soykırıma kanıt olarak gösterilen Doğu Polonyada bir toplama kampındaki toplu mezarın sonradan, aslında tifüs salgınından dolayı olduğu bulunmuş mesela.. Ya da savaş sırasında ulaşımın sağlanamadığı Doğu Polonyada durum böyle iken batı tarafında daha iyi şartlardaki bir toplama kampında bulunan yahudiler.. mahkeme sırasında tanıklık eden kişilerin aslında söyledikleri yerlerde bulunmamış olmaları..
sonraki yıllarda Almanların uyguladığı söylenen soykırım Dünya kamuoyunda öyle etkiler oluşturmuştur ki İsrail herkesin gözünde haksızlığa uğramış bir avuç insandır..
Bu arada araştırmam sırasında Hitlerin de aslında bir yahudi olduğu ve arkasındaki siyonistlerin isteğiyle bu katliamı yaptığı da gözüme çarpanlar arasında...
soykırım gerçekten uygulandı mı? Hitler gerçekten de bir yahudi miydi? Allah bilir... Lakin bu soykırımın gene en çok soykırıma uğrayan yahudilerin işine yaradığı da bir gerçek..
nasip..
selametle..